Tuluy bey keyİf notlarI
 
 
 
Bugüne kadar sizlere yurtdışı gezilerimde gözlemlediğim keyifli ve lezzetli notları ilettim. Bu yazımda Nisan ayında dostlarımla yaptığım dört günlük Antakya gezisinden bahsedeceğim.
 
Onbir kişilik bir gurupla Adana’ya uçtuk. Hava alanında Keşif Tur’un minibüsü ve tüm gezi boyunca bize eşlik eden rehberimiz Hüsamettin Bey’le Antakya’ya doğru yola çıktık. Üç saat sonra eski bir sabun fabrikası olan Savon Oteline vardığımızda çok ilginç ve keyifli bir dört gün geçireceğimizi anlamaya başladım. Savon Oteli pırıl pırıl bir yer. Odaları ve bilhassa iç avlusu görülmeye değer.
 
Öğle yemeği için Anadolu Restoran’a gittik. Yöresel mezelerle bezenmiş masaya oturunca daha nice lezzetlerle karşılacağımı hayal etmeye başladım. Humusundan zeytin salatasına, zahter salatasından patlıcan yoğurtlamasına kadar herşey olağan üstüydü. Hele bir maydanoz salatası vardı ki muhteşemdi. Ben bugüne kadar bu lezzette bir maydanoz yemedim. Mezelerden sonra birde kağıt kebabı geldiki pes. Bu ilk lezzet şokunu yaşadıktan sonra tarih şokunu yaşamak üzere yola çıktık.
 
 
 
Antakya bir dinler ve medeniyetler  mozaiği. Ben o güne kadar bu yörenin ikibinüçyüz senelik bu tarihi zenginliğinin farkında değildim. İlk olarak dünyanın ikinci büyük ve zengin mozaik müzesine gittik. MS 2. ve 5. yüzyıllar arsında Romalılardan kalma bu yer mozaiklerinin sergilendiği müze içinde barındırdığı eseler bakımından inanılmaz. Ne yazıkki müze binası çok yetersiz. Bazı benzersiz mozaikler müze bahçesinde solmaya ve bozulmaya terk edilmiş.
 
Roma medeniyetinden çıkıp hristiyan aleminin ilk kilisesi olan St. Pierre Kilisesine gittik. Kayaların içine oyulmuş bu kilise İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra Kudüs’ten kaçan havarilerinin hristiyanlığı yaymak için oluşturduğu ilk kilise.
 
 
Antakya 23 asırlık tarihinde onlarca deprem geçirmiş, bu nedenle kat kat medeniyet var yer altında. Kazılabilse neler çıkacak kimbilir yerin altından. Bir zamanlar İskenderiye ve Roma ile birlikte dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan bu tarihi hazinede Evliya Çelebiye göre 600 kilise bulunmakta imiş. Tevekkeli değil arkeologlar Kutsal Kasenin ve diğer kutsal emanetlerin Antakya’da olabileceğini savunuyorlar. Bakalım araştırmalar nasıl sonuçlanacak. Da Vinçi şifresi burada noktalanabilir.
 
İkinci lezzet şokunu akşam yemeği için gittiğimiz Harbiye’deki Hidro Restoranda yaşadık. Lezzetli marul yaprakları içinde yediğimiz çiğ köfte, nar ekşili taze dağ kekiği (zahter) salatası ve de tabii ki maydanoz salatası eşliğinde yediğimiz taze peynirli fırında piliç damaklarımızda unutulmaz lezzetler bıraktı. Gecenin lezzet doruğu taze hazırlanan künefe idi. Ben şimdiye kadar bu denli hafif, çıtır, tatlısı az ve peyniri lezzetli bir künefe yemedim. Bu nedenle iki gece sonra bir kere daha Hidro’ya gidip doyasıya bu lezzetleri tattık. Hanımlar da çok keyif aldılar buradan, çünkü lokantanın içinde ipek şal, gömlek ve takı satan birde mağaza var. El tezgahlarında dokunan bu ham ipeklerden bol bol alışveriş yapıldı.
 
Ertesi gün St.Simon manastırını, yörenin son ermeni yerleşimi olan Vakıflı Köyünü gezdik. Buraların tabiat güzelliği, yöre halkının samimi sıcaklığı bizleri hayran bıraktı. Buradan nar ağaçları arasıdan sahile inerek Samandağ yakınındaki Titus Tünelini ve Beşikli Mağrayı gezdik. Romalı denizcilerin kayaları oyarak yaptıkları mezarlar görülmeye değer.
 
Tabiiki yine acıktık ve kendimizi Samandağ’da Dervişhan Turistik Tesislerindeki Restoranda, Ata Beyin bize özenle hazırladığı masanın başında bulduk. Salatalar, marul ve mezeler her zamanki gibi çok güzeldi. Kendi evinde yaptığı buz gibi kırmızı şarap eşliğinde kayık tabakları içinde getirdiği iri karidesler ve barbunya tavalar masaya konmasıyla bitirildi.  
 
Yemekten sonra Antakya’ya dönüp Türk Katolik Kilisesini gezdik ve avludaki mis kokulu narenciye ağaçlarının gölgesinde çaylarımızı içtikten sonra Ortodoks Kilisesine gittik. Burada Cemaat Başkanı sevgili Joseph Naseh bizleri ağırladı. Arkeolog olan bu dostumuz bize kilisenin ve yörenin tarihi hakkında bilgiler verdi. Tüm dinlerin ve değişik inançtaki yöre halkının barış ve dostluk içinde asırlarca beraberce nasıl yaşadıklarına bir kere daha şahit olduk. Darısı tüm yurdumuzun başına.
Ertesi gün gurubun çoğunluğu Halebe gitti. Eşim ve ben Antakya’da kalıp Halep çarşısını gezdik. Mücevhercisinden baharatçısına, defne sabuncusundan antikacısına kadar gezilip görülecek, alışveriş yapılacak o kadar çok dükkan varki dolu dolu bir gününüzü alır.
 
Alışverişten bahsederken Heykeltraş Abdullah Özalp’ın atölyesini de unutmamak lazım. Baba mesleğini Harbiye’deki atölyesinde sürdüren Abdullah Bey’in eserleri dünyanın dörtbir tarafından gelen turistlerce beyeniyle alınıyor. Antakya’ya gittiğinizde evinize Artemis’in bir heykelciği ile niye dönmeyesiniz.
 
Bu gezimizin bu denli unutulmaz, bu denli keyifli ve bu denli lezzetli geçmesi sevgili Abdullah Naseh’in organizasyonu ile gerçekleşti. Sizler bu olanağı bulamıyabilirsiniz ama ne yapıp edin gitmediyseniz Antakya’ya gecikmeden gidin. Bu barış, anlayış, saygıdolu yörede lezzeti ve tarihi keyfinizce yaşayın.
 
Çevrenizdeki her güzelliğin, her yudumun ve her lokmanın keyfinize keyif katmasını dilerim.
 
 
08 - Antakya
Nisan 2005