Tuluy bey keyİf notlarI
 
 
 
19 Mayıs’ta ‘Chaîne de Rôtisseurs’ üyeleri ile keyifli bir Atina gezisi yaptık. Dört günlük bu gurme geziye 25 üye katıldı ve tüm program Yunanlı dostlarımız tarafından en küçük detayına kadar planlanmıştı. Dostluk ve lezzet bir arada olunca unutulmayacak bir dört gün yaşadık.
 
Hava alanından doğruca kalacağımız ‘Divani Caravel Hotel’e geçtik. Olimpiyatlar için yenilenmiş olan otelimiz merkeze biraz uzak ve fakat rahattı. Otelde aynı zamanda damar cerrahisi kongresi vardı ve ülkemizden 12 doktorda bizimle aynı otelde kalıyordu. Bu durum içimizi rahatlattı, istediğimiz kadar yiyip içebileceğimize karar verdik.
 
Öğlen yemeğini ‘King George II‘ otelinin Tudor Hall Restaurant’ında Yunanlı dostlarımız ve eşleriyle yedik. Ünlü şef Alain Ducasse’ın danışmanlığını yaptığı bu muhteşem manzaralı restorandaki lezzet festivali bundan sonraki yemeklerin de ne denli güzel olacağının bir habercisiydi. Başlangıç olarak çok hafif ve bir okadarda lezzetli elmalı, balzamik sirke ve fındıklı hindi salatası vardı. Ana yemek kaz ciğerli dana turnedo idi. Tatlı olarak yoğurt sorbe ile servis edilen çilek tabağını seçmişti dostlarımız. Hepsi çok güzeldi ama kahve ile verdikleri Girit spesyalitesi olan ballı ince hamurlu peynir tatlısı ‘Skaltsounia’ olağan üstüydü. Hep Yunan şarapları içtik. Bazılarından keyif aldık. ‘Cava Athiri Asirtiko, Parparousis 2003‘ güzel bir beyaz şaraptı.
 
Yemekten sonra hali kalanlar Plaka’da alışverişe diğerleri ise otele siestaya gitti. Plaka bizim Beyoğlu gibi. Hertürlü mağaza var. Ama ben bu kadar çok ayakkabı satan mağazayı bir arada hiçbir şehirde görmedim. Yunanlılar ya ayakkabılarını çok çabuk eskitiyorlar ya da her gün bir başka çift giyiyorlar.
 
Akşam yemeği için ‘Divani Apollon Palace and Spa’ otelinin deniz kenarındaki ‘Mythos’ restoranına gittik. Bana Tarabyayı hatırlattı. O gece soğuk ve rüzgarlı olduğu için iç salonunda yemek yedik. Ama terasındaki deniz kenarı masalar çok daha keyifli, onun için iyi havada gidilmeli. Bu tipik balık lokantasında bizler için çok çeşitli bir menü hazırlanmıştı. Yemek okadar çoktu ki  yarısını yiyemedim ama sıcak limonlu tereyağlı ıstakoz madalyonlarının tadı hala damağımda. Istakoz porsiyonu bayağı boldu. Yunanlı Chaîne üyelere sorduğumda, Yunanistanda genellikle balığın pahallı olduğunu, ıstakoz,karides ve kerevit gibi ülkemizde daha pahallı olan deniz mahsullerinin orada nisbeten ucuz olduğunu söylediler.
 
Ertesi sabah otobüsle kısa bir şehir turu yaptıktan sonra Arkeoloji Müzesini gezdik. Tabiidir ki tarihi bu denli eski olan bir Yunan medeniyetinin kalıntıları görmeye değer. Müzenin hediyelik eşya satan dükkanının da ziyater edilmesi lazım. Oldukça ucuz fiyatlara alçıdan yapılmış heykeller, tabletler ve vazo, kase gibi replikalar elde taşımayı göze alırsanız çok güzel.
 
Müzeden sonra ‘Monastiraki’ semtine gittik. Bit pazarı olarak adlandırdıkları Kapalı Çarşıya benzer bir yer. Metropoleous sokağı 59 numaradaki ‘Center of Helenic Tradition’ a götürdüler bizi. Buranın sahibi de Chaine üyesi imiş. Üç katlı bu eski binanın içinde her türlü el sanatları; ikonlar, resimler, tahta işleri ve seramikler var. Ayrıca çok sempatik bir cafesi de bulunuyor. Bize burada taze balık yumurtası ve ‘Rakî’ diye adlandırdıkları grappaya benzer bir içki ikram ettiler.
 
 
 
Öğle yemeğini hemen arka sokaktaki çok güzel bir iç avlusu bulunan ‘Hermion Restaurant’ta yedik. İtalyan yaseminlerinin güzel kokuları arasında ahtapot salatası, hellim ızgara ve salata yedik. Ana yemek olarak bağcı sarması tabir ettikleri taze asma yaprağına sarılmış ortası yumurtalı kuzu eti yedik. Ama ne yazıkki şaraplar kayda değer değildi.
 
Lokantadan caddeye çıkınca sağ karşıda ‘Agora Ethnic’ diye bir incik boncuk mağzası var. Çok uygun fiyatlara rengarenk takılar bulabilirsiniz.
Akşam yemeği için Yunanlı dostlar Michelin yıldızlı, Chaîne üyesi şef Leuteris Lazarou’nun ‘Varoulko’ restoranının terasını seçmişlerdi. Çok güzel Acropolis manzarasına karşı miktarca çok fakat lezzetli bir menü yedik. Oldukça değişik tatların sunulduğu damak keyfi yüksek bir akşam yemeği idi. Lezzet serüveni balık parçalı mürekkep balığı çorbası ile başladı. İkinci tabak közlenmiş patlıcan üzerinde kılçıksız, içi çam fıstığı ile doldurulmuş kuru üzüm soslu barbunya balığı dolması idi. Ardından saç örgüsü şeklinde kılçığı alınmış zargana ızgara vardı. Kuru fasulye ezmesi ile servis edilen bu balık tabağı görünümü ve lezzeti ile serüvenin doruk noktası idi. Sonradan servis edilen kerevit soslu balık dönerine pek yerim kalmadığı için fazla itibar edemedim. Tatlı olarak verdikleri baklava bizim damağımıza göre biraz zayıftı.
 
Bu güzel yemekleri gündüzleri bol bol sokaklarda gezerek hazmetmeye çalıştım. ‘Kolonaki’ semti bizim Nişantaşımız gibi. Tüm yabancı ve meşhur butikler ve cıvıl cıvıl sokak kahveleri burada. Yine sağda solda bol ayakkabı satan mağzalar var. Keyifle gezilecek, alışveriş yapıp lezzetli kahve içilecek bir yer. Canınız bir tatlı çekerse kahvenin yanına ‘Despina’ pastahanesinin milföyünü muhakkak deneyin, çok çok güzel.
Dostlarımızın hazırladığı ve bizleri hiç yalnız bırakmadığı gezimin son gecesini eski bir Türk hamamı olan ‘Xamam’ da sabah üçe kadar buzuki dinleyerek, yerel şarkıları terennüm ederek ve güzel dansözlere karanfil atarak geçirdik.
 
 
Atinada eminim bizim programımızda olmayan keyifli ve lezzetli birçok yer vardır. Sizlerinde bana ileteceği keyif notları ve öneriler varsa tuluybey@ergorul.com adresine yazarsanız çok mutlu olurum.
 
Çevrenizdeki her güzelliğin, her lokmanın ve her yudumun keyfinize keyif katmasını dilerim.
 
 
06 - Atina
Mayıs 2005